İnsanlık ve ülke olarak herşeyin tersyüz olduğu bir süreçten geçmekteyiz. Sağlam tutarlı dürüst ahlaklı bireyler, sosyal yapılar ve toplumlar bu tersyüz edilişi şaşkınlıkla, kaygıyla ve biraz da korkuyla izlemekteler. Bu özellikte olmayan toplumlar ise savrulmaktalar. Bu savrulmuşluğu önleyecek tek zemin ise ahlaki değerler ve ortak insanlık ideali. Dünyanın güçlü devletleri dahi pandemi krizinin de etkisiyle savrulmuşluğu en üst düzeyde yaşamaktalar. Pandemi bütün dünya için aynı zamanda bir turnusol kağıdı görevi görmüş durumda.
Savrulmuşluklar insanlık tarihinde çok önemli sonuçlar doğuran tehditleri ve fırsatları da kendi içinde barındıran tarihin özel süreçleridir. Aslında her zaman değişik yoğunlukta yaşanır ancak küresel ölçekte farkına varılabilmesi için her toplumu ilgilendiren bir önceliğinin olması gerekir. Bu öncelik bütün insanlığın ortak kaygısından ortaya çıkıyorsa küresel ölçekte, ulusal kaygılardan ve beka probleminden besleniyorsa ulusal ölçekte karşılık bulur. Ülkelerini yöneten devlet adamları dünyanın bir bütün olarak nabzını tutarak gerektiğinde yükselen ateşi düşürmekle tarih nezdinde sorumluluğu olan kişilerdir. Bunu yapabilen sorumlu devlet adamları her zaman saygıyla minnetle anılırlar. Atatürk, Denktaş, Gandhi, Mandela gibi devlet adamları böyledir. Küçük hesaplara kapılmayıp büyük davaların neferi olabilmişlerdir. Bir de küçük hesapların generali olma iddiasında olup insanlığı felakete sürükleyenler vardır.
Liderler her zaman mensubu oldukları toplumları refaha çıkartmazlar. Bazen felakete de neden olurlar. Hitler gibi.
Ulusal değerleri evrensel insanlık değerleri ile birlikte kendi öz kültürüyle harmanlayarak bir sisteme dönüştüren ve bunu insan merkezli yapabilen liderler ise tarihte bir iki istisna hariç hemen hemen yok gibidir. Bu istisnaların en bariz olanı ise Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bizim ulusumuza nasip olmuştur. Yaptıklarıyla da evrensel bir tarihi kimlik kazanmış ve bütün insanlığın bir değeri olmuşlardır. Sadece ulusal ölçekte değil küresel ölçekte de müstesna yerlerini almışlardır. Ulusal değerleri ve hassasiyetleri ortak insanlık değerleriyle uyumlu ve tutarlı hale getirebilmek ve bunu savaştan yıpranmış yeni bir devletin vatandaşlarına bir vizyon olarak sunabilmek her faniye nasip olmayan çok büyük bir başarıdır. Bir insan olarak ta sadece ulusal düzeyde değil başta İslam Dünyası olmak üzere bütün mazlum milletlerin de doğal lideri olabilmiştir. İslamiyetin bir Barış dini olduğunu verdiği kararlarda ve icraatlarında dünyaya gösterebilmiştir.
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” veciz ifadesi, Anzaklara karşı savaşmış bir komutan olarak Çanakkale’de hayatını kaybetmiş Anzaklı askerlerin annelerine vermiş olduğu beyanat, İzmir’e girişte önüne serilen Yunan bayrağını çiğnemeyip kaldırtması, Peygamberimizin mezarına yönelik hasmane tutum içine giren İngiliz destekli Arap hıyanetlerine karşı savaşı göze alan yaklaşımı, “Bir Hak vardır ve Hak Kuvvetten Üstündür “ diyerek ulusal kurtuluş mücadelesinin dayandığı evrensel felsefi ahlaki duruşu ile ulusal değerleri insani ahlaki evrensel değerler ile birlikte bütünlüğünü savunarak insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bir mücadeleyi başarıyla verebilmiştir. Bu başarıları ortaya koyabilmiş olması Atatürk’ü benzersiz kılmaktadır. Onun bir fani olarak kendisini ulusunun bir mensubu olarak “Sizden biriyim” demek suretiyle bağrından çıktığı milletine olan sevgisi ve sadakati devörnek alınacak değerlerdir. Tarihin akışında çok özel damlalar vardır. Atatürk bu damlaların en müstesna özel olanlarındandır.
Ulusal gündemimizi meşgul eden ulusal ve küresel meseleleri değerlendirirken savrulmamak için baz almamız gereken temel yaklaşımların ne olması gerektiğini yukarıdaki örneklerden de yola çıkarak siz değerli okuyucuların takdirine sunarım. Ülke gündemini son günlerde meşgul eden son Ayasofya kararını da değerlendirirken savrulmamak için temel almamız gereken değerler tarihimizin şanlı geçmişinde ve özellikle Mustafa Kemal Atatürk’ün çöken bir imparatorluğun küllerinden yarattığı yeni bir ulusun inşaası sürecinde görülebilir. Tek yapmamız gereken fikri hür vicdanı hür sağlam seciyeli muhafızlar olarak sorumluluğumuzu idrak ederek Cumhuriyetimizi korumaktır. Sadece ulusal gerekçelerden dolayı değil aynı zamanda İslam Dünyası ve İnsanlık değerleri için de yapmak zorundayız. İslamın özünde bir Barış dini olduğu gerçeğini unutmadan ulusal egemenlik haklarının korunabilmesinin de yolunun barıştan ve evrensel insanlık değerlerinden geçtiğini unutmamalıyız. Sahip olunan değerlerin ne anlama geldiğini bilmeyen ve özünden kopan toplumlar Neyi koruduğunun da hangi egemenlik hakkının korunduğunun da farkına varamayacaklardır. Ayasofya’nın ibadete açılırken ve Ulusal egemenlik hakkının kullanılmasının bir tezahürü olarak gündeme gelmişken Lozan’ın ulusal belleklerden unutturulma çabasını anlamak mümkün değildir. Savrulmamak için bütün bir ulus olarak devleti bayrağı ve milletiyle birlikte ve bölünmez bir bütün olarak önce samimi dürüst olmalıyız. Bu samimiyet ve halis niyet bize bir Cumhuriyet kazandırmış ve tam bağımsız , egemen bir devlet kurmamıza vesile olabilmiştir. Şimdi egemenliğin şekilsel gereklerini ahlaki olarak yapabilme sorumluluğu ile yüzleşmiş durumdayız. Yaparsak gelecek kuşaklara daha da güçlenmiş bir ülke vermiş olacağız. Yapamazsak savrulacağız. Bir Mustafa Kemal Atatürk’ün gelmeyeceğini bilerek Cumhuriyetimizi değerlerini ve kazanımlarını koruyalım. İşe kendimizden başlayalım. Egemenlik haklarımızı önce insan olabilmenin şuurunda aramakla başlayalım. Hem ulusal hem evrensel hem de İslami değerlerimiz bizlere bunu emrediyor.
Ayasofya kararını da bu zeminde değerlendirmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Kararın milletimiz için İslam alemi için ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyor, şimdiden bayramınızı kutluyorum.
YORUMLAR